Café Society ( IMDB : 6,7 )
Sırada bekleyen filmler vardır, izlemek istersin ama bir türlü elin gitmez! Woody Allen, Midnight in Paris ile benim için o kadar üst noktada bir yönetmen ki, bu filmde de ya aynı seviyeye çıkamamışsa diye çekiniyordum ve bir türlü izlemeye elim gitmiyordu. Ama sonunda o gün geldi ve işte Café Society.
Bobby Dorfman’ın hikayesini izliyoruz filmde. Ailesinin yanında yaşayan, yaptığı işten sıkılmış olan Bobby, ‘30′ların popüler film yıldızlarının menajerliğini yapan dayısı Phil’in yanına, Hollywood’a gider. Oradaki yaşam başta Bobby’e göz alıcı gelir ve hayatının aşkı Vonnie ile tanışır. Zaman geçer ve Vonnie ile arasında geçenler Bobby’e hayatı boyunca unutamayacağı deneyimler kazandırır. Yeni bir hayata başlasa da geçmişin izleri onu rahat bırakmaz.
Bizim bağıra çağıra çözeceğimiz, çılgınlar gibi ağlayacağımız, bir depresyondan çıkıp diğerine gireceğimiz meseleleri müthiş bir sakinlik içinde çözüyorlar filmde. Bobby’nin saf, temiz hali her ne yapsa yapsın ona kızmanıza engel oluyor. Ama siz sinirden köpürüyorsunuz filmi izlerken o ayrı. Aslında bu film sakin sakin izlememiz gereken bir film olmalıydı ama neden bende böyle bir etki yarattı bilmiyorum. Sanırım benim gözümde bir erkek bu kadar çabuk pes eden bir tip değil. O yüzden de sindiremedim Bobby’nin yaptıklarını. Biraz vurmak, kırmak lazım değil mi ama, savaştığını başka nasıl anlayacaksın? Yada sanırım ben filmi çok yanlış gözle izledim…
Woddy Allen’ın bu filmini diğer filmleriyle kıyaslamak istemem, zaten benim için Midnight in Paris’in üstüne çıkabilecek bir film tanımıyorum. O yüzden kendi içinde değerlediriyorum ama yine de yeterli bulamıyorum. O absürt komedi haline, dramına, romantizmine, hatta adeta bir yıldızlar geçidi olan kadrosuna rağmen. Eksik bir şeyler var bu filmde benim anlayamadığım.
Evlilik, aşk, sadakat, kararsızlık konularını her ne kadar güzel işlese de, o çözemediğim eksiklik yüzünden tam oturmadı bu film benim için. Puanım, 6,0.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder