La La Land ( IMDB : 8,7 )
Deliler gibi izlemek istediğim bir filmi sonunda izlemiş bulunuyorum ve nasıl anlatsam, nereden başlasam bilemiyorum! Milyonlarca güzel şeyi bir arada toplamayı başaran sevgili yönetmen Damien Chazelle’e saygılarımı sunuyorum. Çünkü başardığı bu mükemmellik sayesinde hayatım boyunca bıkmadan, sıkılmadan izleyebileceğim bir filmi arşivime eklemiş oldu. Ve işte, müzikal sevmeyenlerin dahi övgüyle bahsettiği film, La La Land, Aşıklar Şehri.
Mia ve Sebastian, birbirinden habersiz, aslında aynı şeyin peşinden koşan iki kişi. Hedefleri aynı olmasa da, en azından ikisi de başarmak ve yapmak istedikleri, hayatlarına yön verirken peşinden koşacakları şeyin farkındadırlar. Ancak onu başarmak için, hedeflerine koşmak için biraz desteğe ihtiyaçları vardır. Sebastian geleneksel caz müziğinin yapıldığı bir kulüp açmak istemektedir. Mia ise küçüklüğünden beri içinde bulunduğu, hatta sırf bunun için kafesinde çalıştığı film platosunda bir rol kapıp oyuncu olmak istemektedir. Hayallerine koşan bu iki genç, birbirlerinin hayatlarına ve aynı zamanda hayallerine bir şekilde dokunurlar ve mükemmel caz müziği eşliğinde, muhteşem danslarla keyifli bir müzikal ortaya çıkar.
Bir film düşünün, 128 dakikalık süresi boyunca, daha ilk dakikasından itibaren sizi alsın götürsün ve yüzünüzde sürekli bir sırıtma hali yaratsın. Tam anlamıyla böyleydi, film boyunca. Yüzüme yapışan o sırıtmaya engel olamadım bir türlü. Çalan müziklerden etkilenmemek mümkün değil ki zaten her çalan şarkının büyüsüne ayrı bir şekilde kapılıyorsunuz. En çok bayıldığım şeylerden biri de filmin renkleri. Kostüm ayrı, dekor ayrı, hepsi hem renkleriyle hem şekilleriyle birbirinden şahaneydi. Dönem filmi havasında sürüp giden kostüm ve dekorları ile günümüz gerçeklerini de harmanlayan ve bu etkiyle akıllarda enteresan bir tat bırakan yönetmen, aslında bir şekilde kafalarda soru işaretleri oluşturuyor. Nostalji mi seviyoruz, yoksa günümüz esintilerini mi? Eski mi, yeni mi? Cevabı zor ama eskinin tadı da bir başka elbette.
2 yıl öncesinin efsane filmi Whiplash’in yönetmeni aynı zamanda Damien Chazelle. Aslında biraz düşününce, cazın mükemmelliğini yeniden hatırlayınca dolaylı olarak Whiplash esintilerini de hissediyorsunuz. Enstrümanına aşık bir adam ve bol müzik göndermelerinin yanında filmin ilk sahnelerinde karşımıza çıkan J.K. Simmons ile bir şaşkınlık yaşıyorsunuz. Ama sonrasında zaten ana karakterlerin büyüsüne kapılıp gidiyorsunuz.
Filmle alakalı kötü eleştirilerde var elbette. Yok efendim müzikal olmasaymış senaryo aslında çok basitmiş de falan filan… Evet belki haklı olabilirsiniz ancak bu bir müzikal ve olmasaymış şeklinde düşünmenin bir mantığı yok maalesef. Olmuş ve çokta şahane bir aşk hikayesi doğmuş. Büyük beklentilere sokmak istemem ama filmi izlemeden önce sonuyla alakalı, çok güzel, sırf sonu için bile izlenir şeklinde yorumlar okumuşum. Abartıyorlar diye düşünüyordum ama gerçekten sonu için bu film defalarca izlenir. Bu kısım hakkında daha fazla yazmamak için kendimi zor tutuyorum ve noktayı koyuyorum.
8 Ocak gecesi Golden Globe ‘17 ödülleri dağıtıldı ve en iyi film, en iyi erkek oyuncu, en iyi kadın oyuncu, en iyi yönetmen, en iyi senaryo, en iyi müzik ve en iyi şarkı dallarındaki 7 ödülü alarak La La Land adeta geceye damgasını vurdu. Törenin açılışı ise La La Land’in ödülü almaya geliyorum diye bağırmasıydı resmen. Filmi mutlaka ama mutlaka izleyin. Puanım, 8,0.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder