5 Ekim 2016 Çarşamba

Equals

Equals ( IMDB : 6,1 )
Herkesin kendine ait özel zevkleri vardır. Benimki de distopya hikayeleri. Belki geleceğin nasıl olacağını hiç bilmediğimden yada belki de şu an yaşayabildiğimiz her şeyin güzelliğini böyle filmlerde bir kez daha anlayabildiğimden. Daha önce benzerini izlediğim distopya hikayelerinin her birinden izler barındıran, kendi hikayesini yaratmaya çalışsa da özgün olamayan bir film, Equals.  

Son dünya savaşının bitmesiyle, hayatta kalan insanların bir araya gelerek oluşturduğu topluluk, daha önce yaşananların tekrar yaşanmaması ve kargaşanın engellenmesini sağlamak amacıyla insanlığı kurtaracak bir çözüm üretirler. Bu problemlerin tek sebebi insanın sahip olduğu duygulardır ve hislere sahip olan insanlar hastalıklı olarak görülür. Hissizliğin bir nevi ölümsüzlük olarak sayıldığı bu toplulukta, hissedebilenlerin duygularına sahip çıkma mücadelesini izliyoruz.
Yönetmenin daha önce izlediğim ve beğendiğim filmi Like Crazy’nin dışında bu iki filmin arasına sıkıştırdığı Breathe In filmi bulunuyormuş ve Equals’ın da çekilmesiyle geçmiş, şimdi ve gelecek temalı kendi üçlemesini tamamladığı şeklinde yorumlar mevcut. Breathe In filmine bundan önce denk gelip arkasından Equals’ı izleyebilseydim belki aynı yorumu bende yapabilirdim ancak ben bu ‘yönetmenin kendi üçlemesi’ yorumumu diğer filmi izledikten sonra yazmak istiyorum.
Equals ile ilgili ise, son zamanlarda birçok distopya hikayesi izledik ve benim bunlarla ilgili en bariz aklımda kalan film The Giver. Özellikle renkler ve geçmişe ait bütün izlerin silinmesi açısından fazlasıyla benzer filmler. Burada da duygusuz, nötr ifadeli insanlar, her şeyin beyaz olması bir süre sonra can sıkıcı bir hal alabiliyor. Filmin katlanılabilir tek yanı 100 dakikalık nispeten kısa süresi. Kristen Stewart ile Nicholas Hoult’un birbirine bu kadar uyumsuz bir çift olması, filmde bize verilen ana tema aşkın altını o kadar boş bırakıyor ki, ikili arasında geçenlere inanmak imkansız hale geliyor.
Kristen Stewart’ı sevmem ama duygusuz birini canlandırdığından rol ona tam olmuş diyebilirim. Nicholas Hoult’un ise Mad Max: Fury Road’daki rolünün kalbimdeki yerinin bambaşka olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Filmin eleştirilerinde, benzer olduğundan fazlaca bahsedilen film Equilibrium’u da izleyeceğimi şuraya not edeyim. Puanım, 6,0.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder